Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı bu haftaki Cuma Hutbesi'nin konusu kul ve kamu hakkı oldu. Hutbede “Kim emanete yani kamu malına hıyanet ederse, kıyamet gunu, hainlik ettiği şeyin gunahı boynuna asılı olarak gelir" ayeti okundu.
Hutbede “Hiçbir peygamber, emanete hıyanet etmez. Kim emanete yani kamu malına hıyanet ederse, kıyamet gunu, hainlik ettiği şeyin gunahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir." ayeti okunurken, hutbede “İslâm’da, kamu hakkı Allah hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Kamu yarar ve duzeninin gerçekleşmesi, toplumun huzurlu ve guvenli bir hayata sahip olması bu haklara riayete bağlıdır. Kamuya ait her turlu imkân ve nimetin, topluma ait mekânların, araç ve gereçlerin, çevre ve tabii kaynakların adalet, hakkaniyet ve liyakat çerçevesinde kullanılması gerekir." ifadelerine yer verildi.
Diyanetin bu haftaki Cuma Hutbesi'nde öne çıkan satırbaşları şu şekilde:
-Kamu malı emanettir. Bu emanete ihanet etmek, kişiyi hem dunyada hem de ahirette ağır bir vebal altına sokar. Rahmet elçisi (SAV), bu ağır vebale karşı insanları şöyle uyarır: “Kimse hakkı olmayan bir karış yeri bile almasın! Alırsa Allah, kıyamet gununde yedi kat yeri onun boynuna dolar." , “Sizden kimi bir işte görevlendirirsek ve o da bizden iğne miktarı ya da daha buyuk bir şeyi gizlerse bu bir ihanet olur ve kıyamet gunu onu (kendi elleriyle) getirir."
-Kamuya ait mallarda, butun toplum fertlerinin eşit hakkı vardır. Dinimiz, başkalarının hakkını “kul hakkı"; kul haklarının gasp edilmesini ise emanete ihanet olarak değerlendirmiştir. Peygamberimiz (SAV), bu konuda şöyle buyurur: Kimi bir işte görevlendirip yaptığı işin karşılığı bir ucret verdiysek, onun bu ucret dışında alacağı her şey emanete hıyanettir.
-Her şeyin ayan beyan ortaya çıkacağı ahrette, husrana uğrayanlardan olmamak, cehenneme duşmemek için haramlara bulaşmadan, ömrumuzu helal dairede surdurmeye özen gösterelim. Kamu mallarını, birer emanet olarak kabul edelim. İhlal edilen her kamu hakkının, zayi edilen her kamu malının, birer kul hakkı ihtiva ettiğini asla unutmayalım.
-Yine unutmayalım ki ahirette milyonlarca insanla helalleşme imkânı olmayacaktır
İşte hutbenin tamamı;
KUL VE KAMU HAKKI
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir peygamber, emanete hıyanet etmez. Kim emanete yani kamu malına hıyanet ederse, kıyamet gunu, hainlik ettiği şeyin gunahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir."[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) ashabına, “Muflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sorar. Onlar da, “Muflis, parası ve malı olmayan kimsedir." şeklinde cevap verirler. Bunun uzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurur: “Şuphesiz ki ummetimin muflisi, kıyamet gunu namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkar. Bununla beraber kimine sövmuş, kimine iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını dökmuş ve kimini de dövmuştur. Bu durum karşısında onun iyiliklerinden elde ettiği sevaplar, kendisinden alınarak hak sahiplerine dağıtılır. İbadetleri ve iyilikleri, ihlal ettiği kul haklarını ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin gunahlarından alınıp kendisinin gunahlarına eklenir. Böylece sevapları gitmiş, gunahları artmış, neticede iflas etmiş olarak cehenneme atılır."[2]
Değerli Muminler!
Dinimiz İslâm’ın mesajlarının, emir ve yasaklarının hâsılı tum esaslarının merkezinde hep hak kavramı vardır. Bu itibarla Rabbimiz, kendimiz, diğer insanlar, yaşadığımız çevre ve tabiatla olan her bir munasebetimiz hak kavramı ile yakından ilgilidir. Hak, hem sorumluluklarımızı hem de korumamız, gözetmemiz gereken maddî ve manevî imkânları ifade eder. Hak, bir yönuyle Allah hakkına bir yönuyle de kul hakkına taalluk eder. Kardeşlerim! İslâm’da, kamu hakkı Allah hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Kamu yarar ve duzeninin gerçekleşmesi, toplumun huzurlu ve guvenli bir hayata sahip olması bu haklara riayete bağlıdır. Kamuya ait her turlu imkân ve nimetin, topluma ait mekânların, araç ve gereçlerin, çevre ve tabii kaynakların adalet, hakkaniyet ve liyakat çerçevesinde kullanılması gerekir.
Kardeşlerim!
Dinî-ahlâkî değerlere duyarsızlaşıldığında, ahiretteki hesap unutulduğunda, helâl-haram sınırlarına dikkat edilmediğinde, hak kavramı önemini yitirdiğinde kamu imkânlarını suistimal edenler çoğalır. Böyle bir toplumda ise, ne kamu hizmeti lâyıkıyla gerçekleşir ne de insanlar birbirlerine guvenir. Guvenin kalmadığı yerde de huzurlu bir hayattan söz edilemez. Oysa kamu malı emanettir. Bu emanete ihanet etmek, kişiyi hem dunyada hem de ahirette ağır bir vebal altına sokar. Rahmet elçisi (s.a.s), bu ağır vebale karşı insanları şöyle uyarır: “Kimse hakkı olmayan bir karış yeri bile almasın! Alırsa Allah, kıyamet gununde yedi kat yeri onun boynuna dolar."[3], “Sizden kimi bir işte görevlendirirsek ve o da bizden iğne miktarı ya da daha buyuk bir şeyi gizlerse bu bir ihanet olur ve kıyamet gunu onu (kendi elleriyle) getirir."[4]
Kardeşlerim!
Kamuya ait mallarda, butun toplum fertlerinin eşit hakkı vardır. Dinimiz, başkalarının hakkını “kul hakkı"; kul haklarının gasp edilmesini ise emanete ihanet olarak değerlendirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s), bu konuda şöyle buyurur: “Kimi bir işte görevlendirip yaptığı işin karşılığı bir ucret verdiysek, onun bu ucret dışında alacağı her şey emanete hıyanettir."[5]
Aziz Muminler!
Her şeyin ayan beyan ortaya çıkacağı ahirette, husrana uğrayanlardan olmamak, cehenneme duşmemek için haramlara bulaşmadan, ömrumuzu helal dairede surdurmeye özen gösterelim. Kamu mallarını, birer emanet olarak kabul edelim. İhlal edilen her kamu hakkının, zayi edilen her kamu malının, birer kul hakkı ihtiva ettiğini asla unutmayalım. Ve yine unutmayalım ki ahirette milyonlarca insanla helalleşme imkânı olmayacaktır.
Hutbemi Efendimizin bu meyandaki bir hadisiyle bitirmek istiyorum: “Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı -geç de olsa- elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı guzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haramdan kaçının!"[6]
[1] Âl-i İmrân, 3/161.
[2] Muslim, Birr ve sıla, 59.
[3] Muslim, Musâkât, 141.
[4] Muslim, İmâre, 30.
[5] Ebû Dâvûd, Harâc, fey’ ve imâre, 9-10.
[6] İbn Mâce, Ticâret, 2.