Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan'ın makalesi

Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı Yusuf Kaplan'ın 14 Ağustos 2009 Cuma günü yayınlanan makalesini siz değerli Gazete365 okuyucuları ile de paylaşıyoruz. “Bir asalaklar tarihi: Hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk” başlıklı makaleyi okurken, gün

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan'ın makalesi

Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı Yusuf Kaplan'ın 14 Ağustos 2009 Cuma günü yayınlanan makalesini siz değerli Gazete365 okuyucuları ile de paylaşıyoruz. “Bir asalaklar tarihi: Hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk” başlıklı makaleyi okurken, gün

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan'ın makalesi
02 Eylül 2009 - 17:03
Reklam

Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı Yusuf Kaplan'ın 14 Ağustos 2009 Cuma günü yayınlanan makalesini siz değerli Gazete365 okuyucuları ile de paylaşıyoruz. “Bir asalaklar tarihi: Hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk” başlıklı makaleyi okurken, günlük yaşamın içinde şahit olduklarınızı da hatırlayacaksınız… Yusuf Kaplan'ın yazısı şöyle: Bir asalaklar tarihi: Hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk Ben, bir Müslüman olarak, Müslüman olduğunu söyleyen kişilerin nasıl olup da hırsız, yolsuzluk ve komisyonculuk yapabildiğine inanamıyorum gerçekten! Aklım, havsalam almıyor! Allah'a, ahrete, hesap gününe inanan bir Müslüman, nasıl olur da hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk yapabilir? Tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz dikebilir? Hak etmediği bir şeyi rahatlıkla midesine indirebilir? Harama el uzatabilir? Anlayamıyorum gerçekten! Allah'a, ahrete, hesap çekileceğine inanmayan bir kişinin, hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk gibi çirkefliklere bulaşmasını bir yere kadar anlıyorum: Adam “kitapsız” çünkü: Yolunu şaşırmış çünkü: Bu dünyaya, paraya-pula, “karıya-kıza” tapıyor; hevasının, şeytanın oyuncağı olmuş; egosunu, hazlarını, dünyevi çıkarlarını putlaştırıyor çünkü. Ölçüleri yok; hakikat ölçütü yok elinin altında çünkü. Sadece egosunun, hazlarının, çıkarlarının peşinde koşturduğu için, insan olma özelliklerini yitirmeye ramak kalmış çünkü. O yüzden başkalarını da yok etmekten, başkalarının hakkını, hukukunu da hiçe saymaktan kurtaramaz kendisini: “Başkaları cehennem”dir onun için artık çünkü. Sosyal teoride “homo laikus” olarak tanımlanan bu tür bir insan tipi, vicdanının, kalbinin, merhamet duygusunun, paylaşma duygusunun yok olduğunu da göremez; kendisi dışındaki, kendisinin ilgilendirmeyen hiçbir şeye de gerçek anlamda ilgi duymaz. Elbette ki, her insanın vicdanı, kalbi, merhamet duygusu vardır. Elbette ki, her insan, insanlığın katledilmesine, yok edilmesine, ayaklar altına alınmasına isyan eder. Ama kendi egosunu, çıkarını, hazlarını, fetişlerini merkeze alan bir hayat anlayışını benimseyen bir insanın vicdanı da, kalbi de, merhamet duygusu da, başka insanlara, başka varlıklara, tabiata hakikaten hayat bahşedecek bir sahiciliğe, samimiyete, feragata, diğergamlığa, adalete, ahlaka, estetiğe hiçbir zaman ulaşamaz. Eğer ulaşmış olsaydı, dünyamızın son birkaç yüzyılda tanık olduğu felaketler, sömürgecilik ve emperyalizm cinayetleri yaşanmazdı. Evet, “kitapsız” bir adamın, ruhunu, vicdanını, kalbini, merhamet duygusunu sığ egosunun, bencil hazlarının, ilkel çıkarlarının taleplerine boyun eğdiren bir adamın hırsızlık, yolsuzluk, komisyonculuk yapmasını anlayabiliyorum. Ama bir Müslüman'ın, Allah inancı, ahiret inancı, hesap inancı olduğunu söyleyen bir müminin, hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk yapmasını, haramı tabii bir şey haline getirmesini, kul hakkına tecavüz etmesini normal, meşru bir şeymiş gibi görmesini, aşağılık bir mahlukat gibi yaşayıp gitmesini, sonra da Müslüman olduğunu söylemesini, daha da kötüsü İslami duyarlıklara ve duyargalara sahip olduğunu söylemeye kalkışmasını asla ve kat'a anlayamıyorum! Çünkü, mümin kişi, inan kişidir; emin/ güvenilir kişidir; emanete asla hıyanet etmeyecek kişidir; emniyeti teminat altına alabilecek ontolojik düzleme geçebilmiş bir kişidir. Ama Fahr-i Kainat Efendimizin hadislerinde tarif ettiği bu mümin şahsiyet özelliklerinin hemen hepsinin hızla hayatımızdan çekilip gittiğini görüyorum. Bedel ödemeyen; İslam'a dolaysız, dolayımsız inanmayan; bu uğurda her türlü imtihanı göğüsleyemeyen; meşakkatli, zahmetli, uçun bir yola çıkmayan hüküm giyme cesareti gösteremeyen; aksine, harama kolaylıkla alışabilen, hırsızlığı, yolsuzluğu, komisyonculuğu kolaylıkla içselleştirebilen yığınlar, asalaktır ve her türlü felakete müstahaktır. Yakın tarihimiz hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk açısından üç evreden geçen bir asalaklar tarihidir: birinci evre, sol-seküler asalakların; ikinci ever, sağ-seküler asalakların; son çeyrek asırlık evre ise, “dinci” asalakların “tepe tepe yiyicilik” tarihidir. Hırsızlığa, yolsuzluğa, komisyonculuğa bulaşmayan, göz yummayan insanların “salak” olarak adlandırıldığı bir toplum, asalakların denen olduğu felaketlerden asla kurtulamaz. Hırsızlığa, yolsuzluğa, komisyonculuğa “hayır!” diyemeyenler, haksızlığa, hukuksuzluğa, vicdansızlığa da “hayır!” diyemezler! “Hayır!” deme özelliklerini de, haksızlığa karşı yüce, asil başkaldırı hususiyetlerini de, hassasiyetlerini de yitirirler. Ve köleleşirler! O yüzden, zaman, ahlak davası zamanı, asil bir dava ahlakını içten içe besleme, yeşertme ve büyütme zamanıdır! Rabbimiz şöyle buyurur çünkü: “Biz sizi imtihan ederiz. Ta ki sizden mücahid olanları bilelim.” (Muhammed Suresi: 31). Yusuf Kaplan [email protected] 14 Ağustos 2009 Cuma